🦑 Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Hikayesi

TjxF. barış mançonun da söylediği türkü..kul olayım kalem tutan ellere,kâtip arzuhalim yaz yare ezeyim şirin dillere,kâtip arzuhalim yaz yare ey güzelim ey güzelim ey ellerinde sazım çalınır,çamlı beller bölük bölük bölünür. yardan ayrılmışam bağrım delinir,kâtip arzuhalim yaz yare böyle. güzelim ey güzelim ey güzelim ey sultan abdal’ım ey hızır paşa, gör ki neler gelir sağ olan basa. beni hasret koydun kavim kardaşa, kâtip arzuhalim yaz yare ey güzelim ey güzelim ey ey. aşık veysel satiroglunun katip arzuhalimi yaz şaha boyle die gecer..fakat trt denetiminden gecememis ve "yaz yare boyle" die deistirilmistir barış manço'da söyler ama, selda bağcan bir başka söyler... pir sultan abdal'a atfedilen sivas turkusu. katip arzuhalim yaz yare boyle olarak da gecer ismi kimi kaynaklarda. pir sultan abdal'in kendisini hapse atan hizir pasa'ya isyanini dile getirisidir bir bakima. yuzlerce binlerce turkucu tarafindan soylenmis, turku cover'i yapmaya merakli popcu, rock'ci tayfanin da dikkatinden kacmamistir tabii. ilk akla gelen yorumu, 1971'de baris manco'nun yaptigi yorum olsa gerek..kul olayim kalem tutan ellerekatip arzuhalim yaz yare böylesekerler ezeyim sirin dillerekatip arzuhalim yaz yare böyle güzelim emey civanim emey birtanem emey heysivas ellerinde sazim çalinirçamlibeller bölük bölük bölünüryardan ayrilmisam bagrim delinir katip arzuhalim yaz yare böyle güzelim emey civanim emey birtanem emey heymünafigin her dedigi oluyorgül benzimiz sararuban soluyorgidi mervan sad oluban gülüyorkatip arzuhalim yaz yare böyle güzelim emey civanim emey birtanem emey heypir sultan abdal’im ey hizir pasagör ki neler gelir sag olan basabeni hasret koydun kavim kardasa katip arzuhalim yaz yare böylegüzelim emey civanim emey birtanem emey heybaris manco, bununla yetinmemis, 1971'in sartlarina uygun olarak, pek "millici" bir dostluk kardeslik mesaji vermek icin "katip al kalemi, bir de benden yaz.." demistir turkunun sonunda ki, o bolum de su sekildediryiıl 1535 pir sultan abdal bunu böyle söylemis söylemis ya bunun bir de evveli var katip al kalemi bir de benden yaz boy boy gelmisler su daglarin ötesinden burasi bize otag olsun yurt olsun demisler boy boy yerlesmis boy boy büyümüsler her sabah gün dogusundan iki mizrak boyu yükselen günes bir gün kendini göstermeyince kara bulutlar dolasmis bu cennet vatanin üzerinde küçük büyügü saymaz olmus kardes kardese küsmüs en acisi bacilarimizin yüzüne bakamaz olmusuz 1535 1635 1735 1835 1935 35 te benden koyun kardeslerim 1970 e geldik bir ugursuzluk çöreklenmis ki basimiza oysa deli gönül neler isterbaris bir yavrusu olsun ister adini bile hazirladi oglansa ozan kizsa ceylan ceylan buz gibi pinarlarin aktigi zümrüt ovalarda tastan tasa seksin ozan ardahan'dan kirkpinar'a dolassin anlatsin karacaoglan'i pir sultan abdal'i köroglu'nu davullar yine vurulsun günes yine iki mizrak boyu yükselsin gün dogusundan bitsin artik bu küskünlük kardeslerim yarin tarih önünde hesap verirken yavrularimiz bizi kinamasinlar bunun bir de akustik mogollar yorumu vardir, gercekten cok hostur. kul olayım kalem tutan ellerekatip ahvalimi şah’a böyle yazşekerler ezerim şirin dilinekatip ahvalimi şah’a böyle yazallah’ı seversen katip böyle yazdün ü gün ola şah’a eylerim niyazumarım yıkılsın şu kanlı sivaskatip ahvalimi şah’a böyle yazsivas illerinde zilim çalınırçamlı beller bölük bölük bölünür ben dosttan ayrıldım bağrım delinirkatip ahvalimi şah’a böyle yazmünafıkın her dediği oluyorgül benzimiz sararuban soluyorgidi mervan şad oluban gülüyorkatip ahvalimi şah’a böyle yazpir sultan abdal’ım hey hızır paşagör ki neler gelir sağ olan başahasret koydu bizi kavim kardaşakatip ahvalimi şah’a böyle yaz.” selda bağcan dan dinlemek apayrı tatmış. o ne güzel ses o ne güzel söyleyiş. yardan ayrılmışım bağrım delinir daha neki dedirtir allah etmeye denir... selda bagcanın hayatındaki en onemli turku olma ozeliginede sahiptir .radyodamı yarısmadamı tam hatırlamıyorum ama bu parca sayesinde selda bagcan tanınır en guzel ilkay yorumlar yakınlarda çıkan pir sultan abdal dostları adlı albümde hüseyin turan dillendirdiği doğrusunun arzuhalim değil, ahvalim olduğu kanısındayım en güzel misrasi "sekerler ezeyim sirin dillere" dir.bkz kime gore neye gore ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın. Haberler > Ellerinde Sazım Çalınan Duygusuyla, Türküsüyle, Tarihiyle Karasal Sivas’ın 12 Türküsü - 1500 Sivas ozanları ve türküleriyle karşımıza çıkan bir ilimiz. Bu türküler; tüm Türkiye’nin benimsediği ve pek çok insanın yüreğine aşka dair ve sevdaya dair tohumların ekildiği ezgiler olarak hayatımızda yer etmekte. Sevgi, saygı, özlem ve vuslat duygularının aktarılmasını sağladığı için seven gönüller tarafından büyük bir beğeni duygusuyla karşılanıyor. 1. Aşık Veysel - Güzelliğin On Para Etmez 2. Sivas'ın Yollarına 3. Sivas Ellerinde Sazım Çalınır 4. Yeşil Ördek Gibi 5. Madımak Oylum Oylum 6. Zeynebim 7. Beş Günlük Dünyada 8. Baydığın Başı 9. Bir Kökte Uzamış 10. Benim Adım Dertli Dolap 11. Geldim Şu Alemi Islah Edeyim 12. Kale Kaleye Karşı Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Türküsünün Hikayesi Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Türküsünün Hikayesi Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Türküsünün Hikayesi, Sivas Ellerinde Sazıjm çalınır, Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Hangi Yöreye Ait, Türkülerimizin Hikayeleri, Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Sözleri, Sivas İline Ait Türküler, Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Notaları, Sivas Ellerinde Sazım Çalınır Dinle Dünya var olalı yerinde duran, alçağı al kızıl taşlı, başı dumanlı karlı, eteği keklik seslenişli ulu dağlar, kıraç dağlar, taş dağlar... Yol verince tozup giden, dere olup vadilerde ırılan, yazı olup koyun kuzu otlanan, karşı yatan ulu dağlar, koca dağlar, hoş dağlar... Kış gelince başı boran kesen, buz kesen, kar izinde tavşan gezen, karanlık bastırınca kurt uluyan, yola çıkmış garipleri ürküten, üşüten, sağır dağlar, lal dağlar, ıssız dağlar, boş dağlar... Tipiden ayazdan ne çektiğini bilirim. Yaz bahar ayında coşup ç?lg?n akan sellerini bilirim. Çiğdem çiçekleri baş verince, kardelenler görününce, al yanaklı, üç etekli, cepkenli Türkmen kadını yayla yolunu tutunca gelinlik kızlara dönen dağlar. Sefası iki ay süren, her biri ardında bir başka dağ gizleyen, Pir Sultan'ı gören dağlar. Yıldızeli, dağların bağrında küçücek bir kasaba. Banaz onun yukarısında, sırtını Yıldız dağına vermiş bir Türkmen obası. Hoca Ahmet Yesevi'nin ellerine birer çerağ verip Diyar-ı Rum'a yolladığı Horasanlı erenlerin yurdu... Sarı çiğdem çiçekli, sümbüllü yaylası var Banaz'ın. Polat gibi soğuk, duru suları var. Alnı çatkılı, beli kemerli, ayağı çarıklı, adı güllü çiçekli kızları var Banaz'ın. Bakır bakraç içinde köpüklü ayranı, koyunları, kuzuları, sazı sözü, Pir Sultan Abdal'ı var Banaz'ın. Anadolu asırlardır anlatır onun öyküsünü, asırlardır türküsünü söyler. Anadolu sözün yurdudur zaten, yazının değil. Kaç kralın zafer destanı yazılıp kayboldu, bozuldu, okunmaz oldu. Kaç esrarlı harf unutuldu, nice yazılar susup kaldı mermerlerde. İlk insandan beri kimlere vatan oldu, kimlere mezar... Ama Anadolu yazıya vefa göstermedi pek. Söz Anadolu'nun bilinci oldu. Yüreği oldu, dünü, bugünü, yarını oldu. Taşa kazınmış çizgiler gibi durdu bu diyarda söz. Söyleyip ölümsüz etti sevdiklerini. Söyleyip canl? kıldı gördüklerini. Granitleri eskiten zaman, Anadolu'nun sözünü, destanını, şiirini, türküsünü yıpratamadı vesselam. Adı Haydar idi... Aslı Horasan'ın Hoy şehrinden... Er-vah-ı ezelde, levh ü kalemde yazısını siyah yazmışlar ama sözü canlı kalsın istenmiş. Hem dağlar gibi dursun yerli yerinde, hem telli turnalar gibi diyar diyar dolaşsın. Sazıyla anılsın, sesiyle tanınsın istenmiş. Çağlar sonrasında yankı yapsın sedası. Devir değişsin, gün dönsün, şehirler yenilensin ama onun güzellemeleri Sivas ellerini çevreleyen dağlar gibi hep aynı kalsın istenmiş. Yedi yaşında ulular elinden bade sunulmuş ona. Adı Mecnun'un, Emrah'ın, Kaygusuz'un, Yunus'un adıyla beraber yazılsın aşıklar defterine diye takdir olunmuş. Sözünün üstüne söz söylenmesin, sazının üstüne saz çalınmasın diye dua etmiş ona Hacı Bektaş. O gün başlamış söze Haydar. Karlı dağlara söylemiş, telli turnaya söylemiş, aşka söylemiş, sevdaya söylemiş. Sonra zalime çevirmiş sazını. Arif olanın anlayacağı dille, tel ile, mızrap ile gövdesi ağaç saz ile sesinin yettiği dört bir yana ünlemiş... Hünkar Hacı Bektaş Veli elinden aşk badesi içen Haydar'a bir haller oldu, bilinmez. Genç yüreği Banaz'a sığmaz oldu. Ah bu kalp dedikleri ne derin kaptır, ne dipsiz girdaptır. Elde saz köy köy, oba oba dolanıp pir kapısı aradı. Gönlünün çağıltısını dindirecek, ateşini kor edecek usta bakındı. Kızıl Deli, Sultan Balı, Ali Baba derken ham gönlü pişti. Rıza lokmasını rızk eyledi. Baş ü cana kıydı ve nice erlerin ırak durduğu meydana dükkan açtı. Eridi aktı Haydar, Pir oldu, Sultan oldu. Banaz'a kurduğu tekkeden döktü aydınlığını Türkmen obalarına. Dört bir yandan insanlar akın akın cem oldu onun erenler halkasına. Pir Sultan'ın namı şeş cihette duyuldu. Kapısına gelen dillendi, hallendi. Eline saz alıp ?rak diyarlara yollandı. Pir Sultan'ın söz çerağını taşıdılar ırak yaylaların Türkmen obalarına. Sazının nağmesi, şiirinin nefesi, koşması, semaisi, güzellemesi Anadolu bozkırının dağında taşında yankı bulan Pir Sultan'ın namı Sivas'ın Hafik kazasının Sofular köyüne yetince tuhaf bir fakir olan Hızır adlı bir Türkmen delikanlısı bu sözün sahibinden himmet almak için elini obasını koyup Banaz'a geldi. Lale sümbül kokularının tütsülediği Pir Sultan ocağında diz kırdı, himmet diledi. Bir tuhaf köylüydü işte. Yunus da pir kapısında Yunus olmamış mıydı? Önce azaplık verildi kendisine. Orak biçti, koyun kırktı, inek sağdı, keçi otlattı. Pir Sultan'ın kapısında sazına ses verdi, yüzüne renk geldi, azap iken mürit oldu. Yol öğrendi, edep öğrendi. Mevsim dönüp ay eksildiğinde efendisinin kapısına vardı ruhsat istedi. - Pirim! Bir koca y?l oldu kapında hizmet ettim. Bu fakir dervişine dua buyursan da payitahta gitsem. Gördüğüm edep erkan ile yükselsem. İlim öğrensem. Ulu kişi olup dönsem diyarıma... Pir Sultan siyah yağız çehresini Hızır'a çevirip güldü ona. Gönül gözüyle bak?? etti. Yüreğini gördü müridinin, niyetini gördü. Anladı ki niyeti halis ama şöhrete karşı zayıflık var içinde, makama karşı zayıf, paraya pula karşı zayıf... Kendi yüreğini yokladı. Bir siyah ecel olup duruyordu orada bu fakir mürit. Göl önünde bent gibiydi. Eli tırpanlı ölüm meleği gibi, siyah başlıklı cellat gibi karşısında dikiliyordu. Nice kolay sözü birbirine ulayıp herkesin anlayacağı dilden, herkesin dillendiremeyeceği cinsten sözler söylerdi ya. Basiret, feraset dedikleri cevher vardı Pir Sultan'da. Kaderden kaçmanın oluru olmadığını bilirdi. İsteğini kabul edip uğurladı müridini. -Hızır! Duam olsun sana. Kırkların, yedilerin, üçlerin duası olsun. Erenlerin duası olsun sana. Hızır! Hak yolunu açık ede. Adı güzel peygamber dua kılsın sana. Şah-ı veli Haydar Ali dua kılsın. Zülfikar olsun dualar sana. Namert eline düşmeyesin. İkbalin, devletin yar olsun sana. Var git dilediğin diyara... Bizden öğüt odur ki harama el uzatma, bilmediğine dil uzatma, yasağa uçkur çözme. Namerdin lütfu için merdin hakkını çiğneme. İmanını satma dünya malına, servete, makama... Yoksa korkarım tez zamanda dönüp gelesin. Serimi dara veresin. Ölümüm senin elinden olur, anlamazsın, bilmezsin. Hızır el etek öpüp çekildi huzurdan. Ama bir ikircikliğin eline düştü düşünceleri. Şeyhinin duası bir yandan müjde, bir yandan felaketti. Sağanak nisan yağmurları misali dua yağdırmıştı üzerine. Ama bu dara çekme, öldürme, katil olma sözünün hikmeti de ne idi? Başını elleri arasına alıp bakındı Banaz yaylasından dereler gibi uzanan dağ yollarına. Yüreğini, sadakatini, kadir kıymet bilirliğini yokladı. Velinimetini, efendisini ipe çekmek için haramzade olmalıydı. Yakıştıramadı kendisine. Kul başına Hakkın takdir ettiğinden gayrisi gelmez idi. Yola çıktı. Çorak bozkırı geçip bin kubbeli, bin minareli güller şehri İstanbul'a geldi. Turnalar... Katar katar kanat çırpan turnalar! Bölük bölük gökyüzünden geçen turnalar... Ağ göllerde yüzen, peygamber diyarını gezen, nokta gözleri sürmeli, boynu nişanlı, başı telli Turnalar. Gurbet ele kanat açan, yaban ellere uçan, sıladan havadis, bilgi, sal?k getiren, sevda diye gönüllere, türkülerde ozanlara yeten kanadı gümüş turnalar. Mektuptan evvel turnalar var. Ecelden evvel turnalar var. Müjdeden, fena haberden evvel turnalar var. Başı telli turnalar, boynu nişanlı turnalar, bir tek eşe sevdalı, bir tek kuşa yar turnalar. Pir Sultan'dan havadis, bilgi, sal?k soran, yazı yaban kanatlanan, çevrim çevrim dönen, yaz bahar ayında gurbetten gelen turnalar. Ötmeyin Turnalar, ötmeyin gönlüm şen değil... Er kişi kudretinin yettiğini işler de kader bildiğini okur. Yazgı ezelden nasıl takdir olunduysa öyle çevirir felekleri. Anadolu bozkırı iki şahın arasında kalır gün gelir. Biri Rumeli'nden Arap diyarına kadar yeryüzünün yarısında hüküm süren Osmanlı padişahı, diğeri on iki imamın izindeyim diyen İran Şahı. İkisi de bir soydan... Aynı çelikten dökülmüş bıçaklar gibi. İkisi de bir koldan, kardeş değilse de amca oğlu gibi. İkisi de bir dinden, aynı kıbleden, aynı kitaptan. Ama ille Ali'nin matemi. İlle Hasan ile Hüseyin'in davası. Pir Sultan atadan dededen öyle görmüş, öyle duymuştu ki, Resul'ün nazlum torunlarını sevmek gerek, Ali'yi veliullah bilmek gerek. Hünkar Hacı Bektaş'a uymak gerek. Bu düzeni bozuk dünyada ehlullahın eteğini tutup hakkı dava kılmak gerek. Türkmen'de sevda idi ehlibeyt, bu yüzden Pir Sultan'ın gönlü güneşin doğduğu diyardan ses veren şahtan yanaydı. "Ali" diyordu şahın Anadolu'daki adamları, "Hasan" diyordu, "Hüseyin" diyordu, "Mehdi" diyordu, On iki imam diyordu. Bu sözlerdi Pir Sultan'ı çeken. Bu sözlerdi onun Türkmen yüreğini şerha şerha kanatan. Bir kuru saltanat kavgası değildi bu. Benim gibi inanacaksın, benim gibi bileceksin iddiasıydı ki bu yangın bin yıl evvel Kerbela'da başlamıştı. Kıyamete kadar gidecek bir kardeş kavgasının sebebiydi Kerbela. Anadolu bozkırına kır çiçekleri gibi dağılmış Türkmen obaları hangi şahtan yana olacağını şaşırmış, iki dünya sultanının kavga alanında sıkışıp kalmışlardı. Kah İstanbul'a, kah Tebriz'e çeviriyorlardı yüzlerini. Ama hep "can" diyorlardı. Hep "dost" diyorlardı. Hep "yar" diyorlardı. Sazının avazını arttırdı Pir Sultan. Şah'ı öven sözler söyledi. Bildiğince dava kıldı padişaha. Anadolu diyarında Şah Tahmasb'ın dili oldu, daveti oldu. Sevince ç?lg?n bir ciğerle sever Anadolu. Yandaş olunca dağ gibi sırt verir sevdiğine, hesapsız kabul fiyat dostun çilesini. Alır varlığına katar, öper başına kor onu... Türkmen evlad-ı resul sevgisini alıp sarmış idi yüreğine. Nesiller boyu adlarını en kutlu ad olarak yaşatmış, onlara zulüm edenlerin adlarını yasaklamıştı hafızalarda. Yüz yıllar boyu Hasan da, Hüseyin de kalp yangını, ciğerpare, mazlum manasına geldi Anadolu'nun dilinde. Sünnisi için de, Alevisi için de... Payitahtta işitildi... Padişahı gazaplandırdı, sarayı sarstı Anadolu'daki fitne... Duyuldu ki Türkmen aşiretleri içinde şaha sırt veren çoğalmış. İran'dan gelen din alimleri köy köy, oba oba gezip halka Şiiliği anlatır olmuş. On iki imam davası güdüyoruz diyerek halkı İstanbul'a düşman ediyorlarmış. Batıya doğru bir sefere çıkılacak olunsa Türkmen illeri Tebrizli şaha el uzatacakmış. Dahası şimdiden ayaklanmalar baş göstermiş, Şahkulu, Nur Halife, Baba Zünnun, Kalender... derken ba?kald?r? büyümüş. Bu fitneye dur demeli, gidip yerinde görmeli, ateş harlanmadan söndürülmeli. Dünyanın yarısına hükmü geçen saraydan irade buyuruldu ki Tebrizli şahın Anadolu'ya uzanan kolları kesile, Türkmen içindeki sesi susturula... Meğer Pir Sultan gibi şeyda bülbül olsa bile... Nice kulu sultan kılan kader, Hafikli azap Hızır'ı da evvel kul, sonra kapıcı, sonra paşa etmişti bu sıralar. Payitahttan buyruk çıktı. "Hızır Paşa Sivas'ı iyi bilir, iyi tanır. Gidip sükuneti sağlaya, devleti devlet bildire, başkaldıranın başını eze..." Kızılırmak kıyısının sisi, ince dumanı, dağılıp dağlara yayılır seher zamanı. Bülbül ağlar gül dalından. Çiğ düşer çam iğnelerinin ucundan. Yele karşı uçar turna seher zamanı. Üşütür sabah ayazı kınalı kız ellerini. Boş yollardan geçer rüzgar. Soldurur Zühre yıldızının şavkını güneş. Banaz uykudan uyanır, Banaz yaşama başlar. Kımıldanıp kalkar seher zamanı... Pir Sultan, besmeleyle doğruldu yatağından. Adı güzel peygamberi, velilerin baştacı Ali'yi andı. Hacı Bektaş'ı selamladı yüreğiyle. Kalkıp ibrikte gece ayazıyla buz kesilmiş suyu çarptı yüzüne. Uzun bıyıklarını, ak düşmüş sakallarını sıvazladı eliyle. Bir düş görmüştü... Bir urgan, bir darağacı, bir baş görmüştü. Kalın duvarların gerisinde siyah taş görmüştü. Şah'ı görmüştü, Ali'yi görmüştü. Ellerini açıp "Gel!" demişlerdi ona. "Gel! Kalma ırakta daha fazla. Nice ömürleri talan etti ecel, gel! Uçup gitti pirler civanlar, kuşa e? misali. Ahdinde dur, hilaf etme, gel! Sözünü bergüzar koy sehi bilene. Sazını yadigar et seni sevene. Dünyayı koy dursun yerli yerine, sen gel!" Söğüt gölgesine gömülmüş evinin önündeki koca değirmen taşına oturdu. Bu taşı Pir Sultan'ın ceddi Horosan'dan asasının ucuna takıp getirdi derler... Sazını eline alıp rüyasını söyledi gonca örnek kızına, genç oğullarına, yaşının en güzel çağını süren karısına. Sazını o güne değin görülmedik bir durgunlukla, bir dinginlikle çaldı. Vedalaştı sanki sevenleriyle. Halleşti, helalleşti. Pir Sultan'ım Hakk'a niyaz ederim Erenler rahına doğru giderim Külli varım hakka teslim ederim Erenler sırrına erdim bu gece Seher vakti geçmiş, gün yükselmiş, sıcak vurmuştu Banaz'ın yaylasına. 1588'in baharında Sivas valisi Hızır Paşa'dan havadis, bilgi, sal?k geldi Banaz'a. Eski mürit, şeyhi Pir Sultan Abdal'ı çağırıyordu. Atlıların arasına katıp sürüklediler Pir Sultan'ı, rızasını sormadılar, dileğini almadılar. Sazı evinde kaldı. Sevdiği, helali, çocukları evinde kaldı Pir Sultan'ın. Ucu Sivas kalesine çıkan dar kağnı izlerinden geçip geldiler kaleye. Hızır Paşa'nın huzuruna çıkacaksın dediler. Başının sargısını çıkardı Pir Sultan, bir zamanlar kapısında kul olan Hızır mıydı bu? Neydi bu kaderin cilvesi? Ağalar kul olur, taht sahipleri dilenci olur derlerdi de bu kadarı görülmüş müydü dünya kuruldu kurulalı? Hızır Paşa saygıyla karşıladı Pir Sultan'ı. Buyur etti, hal hatır sordu, ikramda bulundu. İstanbul'a gidişini, Hakk'ın takdiriyle yükselip paşa oluşunu anlattı. Sonra lafı çevirip Tebrizli şahın Anadolu'ya serptiği fitne tohumlarına getirdi. Pir Sultan'ın adı da duyulmuştu sarayda. Kendisi hakkında iyi düşünceler yoktu. Sazını susturmalı, halka padişahı anlatmalı, yüzünü İran'dan İstanbul'a çevirmeliydi. Pir Sultan, önüne konmuş olan yiyecekleri art çevirdi, kalktı Hızır'ın sofrasından. Kendisinden bir ses, bir yan?t bekleyen paşaya dönüp dedi ki, -Hafikli Hızır! Yeni adın Hızır Paşa oldu rahat mısın? İyi misin, Hoş musun? Banaz'ın koyununu güderken daha iyi değil miydin. Taç taht, makam mevki memnun etti mi seni. Yoksa doğru yoldan çevirdin mi gönlünü. Hafikli Hızır! Çoban olup kuru yufka sunsaydın bana, şeker şerbet gibi yer idim. Azap olup kapılarda dolansaydın, sana ben de arkada? der idim. Hafikli Hızır! sen dünyanın sefasına, bir gün koca karıya dönecek bu kahpe güzelliğe aldandın. İkramında haram kokusu var Hızır. Sunduğun sofraya oturmak yanlış, dediğine kulak vermek, senin durduğun yerde durmak yanlış. İkimizin arasına dünya girdi. İsteğinin oluru yok benden yana. Var sen bildiğini işle. Hızır Paşa bu beklemediği çıkış karşısında şaşırmış, kendilerini dinlemekte olan adamlarına dönüp öfkeyle bağırmıştı. -Alın bunu, atın dam altına. Atın da akıllansın. Atın da bilsin padişah kimmiş, paşa kimmiş. Pir Sultan'ı alıp boş bir çuvalı bırakır gibi bıraktılar karanlık bir mahzene. Gürültüyle örttüler kapıyı üzerine. Sabah akşam kuru ekmek ile su verdiler. Günler geçti, geceler geçti, haftalar geçti... Hızır Paşanın içi rahat değildi nicedir. Pir Sultan, pir olduğunu ispat etmişti işte. Yıllar evvel kendisine dua ederken "gün gelir bana kıyarsın, beni dara çekersin, ölümüm elinden olur, anlamazsın, bilmezsin" dememiş miydi? Kapısında kalmıştı nice zaman, ekmeğini yemişti, suyunu içmişti, iyiliğini görmüştü Pir Sultan'ın. Erliğe, iyilik bilirliğe, müminliğe yakışan ekmek tuz hatırı gütmek olmalıydı. Bu koca pirin karanlık hücrede çürümesi reva değildi. Ama inat ediyordu doğru bildiğinde. Ne vardı isteğine tamam dese, ne vardı padişahtan yanayım dese. Ne vardı geçmişini, kulluğunu, azaplığını yüzüne vurmasa. Havadis, bilgi, sal?k gönderip çağırttı tekrar huzura. Yorgun, çökük ama öfkeli Pir Sultan'ı tekrar güler yüzle karşıladı. Oturtup şerbet ile serinletti. Hal hatır etti. - İlle yaptığın doğru değil koca pir. Döndüm yolumdan lanet olsun şaha de. Tekrar gönlün bildiğini okusun. Kimselere fikrini belli etme. Ama görünüşte döndüm de. Ne kaybedersin. Bak şimdi padişah kullarını çağıracağım. Onların yanında padişaha övgü diz. İçinde şah lafı geçmeyen bir deyiş söyle ki döndüğüne inandır huzurdakileri. Sen Banaz'a dön sağ salim, ben İstanbul'a... Hızır Paşa buyruk buyurdu. Pir Sultan'a saz getirildi, sözünü kaydedecek katip getirtildi. Sivas'ın devlet görevlileri, kadısı, müftüsü toplandı. Pir Sultan nemli gözlerini dolaştırdı kalabalıkta. Banaz'dan yana çevirdi yüzünü. Ayarladı, seslendirdi sazını. Esirgemeden doğru bildiğiyle dillendirdi sözünü. Kadılar müftüler fetva yazarsa İşte kement işte boynum asarsa İşte hançer işte kellem keserse Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan Yüksek damlı konak odasında soğuk bir yel esti. Ak sakallı görevliler "bu pervasız adam ne diyor?" dercesine baktı birbirine. Hızır Paşa'nın rengi değişti, sustu başını eğip. Bu koca Alevi'nin bildiğinden dönmeyeceğini anladı. Şahı sevmek suç mu bana Kem bildirdin beni Han'a Can için yalvarmam sana Şehinşah bana darılır Pir Sultan "dönmem" diyordu. "Şah" diyordu, "vur boynumu korkmam!" diyordu. Bildiğince çalıyordu sazını, bildiğince söylüyordu sözünü. Döndü en son söze geldi. Sazını yokladı telleri ağlatırcasına. Yüzünü söylediklerini kaydeden katibe çevirdi. Kul olayım kalem tutan ellere Katip arzuhalim yaz yare böyle Şekerler ezeyim şirin dillere Katip Arzuhalım yaz yare böyle Rakibimin dedikleri oluyor Gül benizim sararıben soluyor Al kanlarım ılgıt ılgıt geliyor Katip arzuhalım yaz yare böyle Sivas ellerinde sazım çalınır Çamlıbeller bölük bölük bölünür Yardan ayrılmışam bağrım delinir Katip arzuhalım yaz yare böyle Pir Sultan Abdal'ım ey Hızır Paşa Yazılan gelirmiş her daim başa Beni özlem koydun kavim kardaşa Katip arzuhalım yaz yare böyle Güzelim ey! Fidanım ey! Bir tanem ey! Dağ dile gelse, yol dile gelse, turna dile gelse Pir Sultan'ı söylese. Sivas ellerine çöken sisler, karla yolu kesilmiş çamlıbeller, fakir çobanlar, yabani güller dile gelse söylese. Kıyısı söğütlü coşkun ırmaklar anlatsa, dağdan yuvarlanan kayalar anlatsa. Yazık oldu Pir Sultan'a... -Alıp asın, uslanacağı yok bu koca Kızılbaşın! dedi Hızır paşa. Katip defterini topladı, kalemini etinden bıraktı. Elleri pis cellatlar aldı Pir Sultan'ı. Saz tutan ellerini uzattı cellatlara. Ağır kelepçeler vurdular. Keçibulan semtine götürdüler, sur dibinde darağacı kurdular. Ak sakallı başını geçirdiler yağlı urgana. Ayağının dibindeki tabureye bir tekme vurdular. Sustu Pir Sultan'ın söyleyen dili. Gözlerinde Banaz yaylasının yeşili kaldı. Kulaklarında kızı Sanem'in sesi, eşinin ağıdı çınladı. Çırpındı, çırpındı ve durdu bedeni. Urganda bir elif gibi sallandı günlerce ibret olsun diye... Nice vakit sonra Banaz'a gelen bir atlı Pir Sultan'ın ak kağıda karalanmış sözlerini getirdi eşine... Sivas ellerinde sazım. Pir Sultan Abdal Muharrem Ayı ve Aşure Günü’nün Tarihi Anlamı ve Önemi Muharrem Ayı ve Aşure Günü’nün Tarihi Anlamı ve Önemi, İslam’dan Önceki Kavimlerde Muharrem Ayı, Cahiliye Devrinde Muharrem Ayı, Muharrem ayının onuncu günü Aşura Aşure günü Neden Önemlidir?, Hicret ve Muharrem Ayı, Hz. Ömer Dönemi’nde Muharrem Hicrî Yılın ilk Ayı Oluyor, Yeni Yıl Başlangıcı ve Kutlaması olarak Muharrem Ayı, Şiilik Açısından Aşura Gününün anlamı, Anadolu’da Alevî-Bektaşî Geleneğinde Muharrem Ayının ve Aşure’nin Yeri Cüneyt Arkın'ın Oynadığı Sinema Filmleri Cüneyt Arkın, 1963-2019 yılları arasında 328 sinema filmi ve dizide rol aldı. Yeşilçam sinemasında Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın ile birçok filmde başrolde yer aldı ve esas jön karakterlerini canlandırdı. Kara Murat, Battal Gazi, Malkoçoğlu, Köroğlu gibi film serileri toplumda büyük heyecan ve ilgi uyandırdı. Cüneyt Arkın oyunculuk dışında, yönetmenlik ve yapımcılık da yaptı. Aralarında Deli Şahin, Dünyayı Kurtaran Adam, Gırgır Ali ve Son Kahramanlar gibi birçok filmin senaristliğini ve yönetmenliğini üstlenen Arkın, Küskün Çiçek, Vatandaş Rıza ve Kartal Murat gibi on filmin yapımcılığını yaptı. Türk Sinemasının Efsane İsmi Cüneyt Arkın Hayatı ve Filmleri Cüneyt Arkın'ın çocukluk yılları ve eğitimi Cüneyt Arkın veya gerçek adıyla Fahrettin Cüreklibatır 8 Eylül 1937 tarihinde Eskişehir'in Odunpazarı ilçesine bağlı Karaçay köyünde doğdu. Babası Milli Kurtuluş Savaşı'na katılmış Hacı Yakup Cüreklibatır'dır. Cüneyt Arkın yoksul bir aile ortamında büyüdü. Lise eğitimini Eskişehir Atatürk Lisesinde tamamladı. 1961 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu. Bergen Acılarla dolu bir hayat hikayesi Bergen, Arabesk müziğin ilk akla gelen kadın sanatçılarından biridir. Asıl ismi Belgin Sarılmışer olan şarkıcı 15 Temmuz 1959 tarihinde Mersin'de dünyaya geldi. "Güzeller Güzeli" ve "Acıların Kadını" olarak anıldı. 14 Ağustos 1989 tarihinde henüz 30 yaşındayken Mersin Tarsus'ta hayata veda etti. 1982-1989 yıllarında arabesk dünyasında büyük şöhrete ulaştı. Acıların Kadını albümü satış rekorları kırdı. Ceza - Kime Anlatsam Hip-Hop/Rap türü şarkılarıyla tanıdığımız ünlü şarkıcı Ceza'nın Kime Anlatsam şarkısı içinde yaşadığımız dünyayı anlatıyor. 2015 yılında çıkan Suspus albümünde yer alan şarkının sözleri inanılmaz derecede dikkat çekici, Bir o kadar da uyarıcı. Dünyanın tükenen kaynaklarına ve ekolojik sisteme dikkat çeken sanatçı insanın tabiata, diğer canlılara ve insanlara verdiği zararların altını çizer. Kime Anlatsam şarkısında, bir nevi, çaresiz kalan bireyin ve doğanın güçlü bir sesi olur. Onlar adına haykırır, kendini aciz hisseden kişileri olup bitenlere karşı uyarır.

sivas ellerinde sazım çalınır hikayesi